
2025 Hrant Dink Ödülü'nün sahibi Helena Maleno Garzón ile söyleşi
Bu yıl 17. kez verilen 2025 Hrant Dink Ödülü'nün sahibi İspanyalı göçmen hakları aktivisti ve gazeteci Helena Maleno Garzón ile birlikte olacağız. Ödüller bu sene de her sene olduğu gibi Hrant Dink’in doğum günü olan 15 Eylül’de verildi. İyi ki doğdun ahparig, diyoruz.
Konuşacak pek çok konu var. Ancak, ben bu fırsatı bulmuşken, dünya tarihini veya son birkaç yılın tarihini hatırlamak ve konuşmak istiyorum.
Geçen hafta iki önemli olayın yıldönümüydü; ABD'de 11 Eylül saldırıları ve 2 Eylül'de iki yaşındaki Suriyeli çocuk Alan Kurdi'nin ölümü.
Bu iki olayın şu an dünyaya önemli ölçüde - tarihin diğer olaylar gibi - pek çok şeye ayna tuttuğunu görüyorum. Her ikisi de tarihin en büyük lekesi olarak hatırlanıyor. 2001-2009 yılları arasında devlet başkanlığı yapan George W. Bush, liderliğinde ABD büyük bir operasyon başlattı: ‘Teröre Karşı Savaş’ (War on Terror). O dönemde, İslamofobinin nasıl kök saldığını, esmer veya siyahi toplulukların nerdeyse her gün baskı ve aşağılanmaya nasıl katlandığını, hatta insanların evlerine girip eşyalarını gasp edildiğini ve evin içine girerek veya sokağın ortasında öldürdüğünü tanık olduk. Bu, tarihin en büyük lekesiydi ve böyle olmaya devam ediyor. Bu tarihi size hatırlatmak istedim çünkü bu tarih, ya da geçmiş, sömürgeciliğin yeni yüzlerle devam ettiğini, en çarpıcı örnek olarak 1996 yılında, Bernard Lewis’in (Clash of Civilization) “medeniyetler çatışması” gibi absürt bir ifadeye rağmen, beyaz adamın maskesinin hiç değişmediğini gösteriyor. Hatta bu beyaz adam, riyakarca “Biz medeniyetiz” diye iddia etmeye kadar varıyor.
1948'den bu yana İsrail'in Filistin'de uyguladığı faşist soykırımı ele almak istiyorum. Son rapora göre, İsrail askeri rejimi tarafından 62 bin 300 kişi öldürüldü. Bu rapor, neredeyse sadece bir tarafını gösteriyor.
Diğer bir yandan, tarihin doğru tarafında durmanın bedeli dünyanın her yerinde ödenmeye devam ediyor. Rashed Khaledi, Columbia Üniversitesi'nde “Orta Doğu Çalışmaları” profesörü, en son Columbia’dan istifa ederken önemli bir şey söyleyerek çekildi: Dünyanın durumunu anlamak ve empati duygumuzu canlandırmak istiyorsak, Filistin'e kulak vermemiz gerekiyor, hatta dokunmamız gerekiyor çünkü Filistin her anlamda dünyanın merkezi olduğunu söylüyor. Şu anda Gazze'de yaşayan insanların günlük yaşamları çiğneniyor. Tanınmış şair ve yazar, Pulitzer Ödülü sahibi Mosab Abu Toha, New York dergisinin 12 Şubat 2025 sayısında şöyle yazıyor, “Ailem açlık çekiyor. Komşularım ölüyor. Bu adaletsizliklerin sona ermesi gerektiği için bunu paylaşmak zorundayım” diyerek Gazze'nin şu anda ihtiyaç duyduğu şeyleri sıralıyor. En yakın arkadaşı Refat Alareer, ölümü beklerken bir şiir yazdı: If I Must Die. ‘Eğer ölmeliysem ben, Sen yaşamalısın benim hikâyemi anlatmak için’ sözleri zihninizde kazınır. Refat Alareer’in bedeni hala Gazze'de ve bilinmeyen molozların altında, Tüm bu kayıplar ve tarihin doğru bir yerde durma, eylemi sizin için ne ifade ediyor?
Bir başka sorum da, geçen hafta, 2 Eylül'de Alan Kurdi'nin yıldönümüydü. Eylül 2015'te, Muğla'nın Bodrum ilçesinden şişme botla Yunanistan'ın Midilli adasına geçmeye çalışırken annesi ve erkek kardeşi ile birlikte boğulan üç yaşındaki Suriyeli Kürt çocuktu.
Aslında, onun hikayesinde doldurulması gereken birçok boşluk var, ancak bildiğimiz kadarıyla, Türkiye'den ayrılıp başka bir ülkede yaşamak istiyordu. Bu, onun en temel ihtiyacıydı. Taşınma ihtiyacı. Bir yerden başka bir yere gitme ve orada yaşama ihtiyacı. Ancak bu ihtiyaç karşılanamadı ve Muğla'nın Bodrum ilçesi kıyılarında ailesiyle birlikte hayatını kaybetti. İki yaşındaki Alan Kurdi'nin kıyıda sanki uyuyormuş gibi duran fotoğrafı hala zihnimizde ve unutmadık.
Burada bir istatistik paylaşmak istiyorum: “Avrupa Kalesi”nin kısıtlayıcı politikaları sonucunda ölen 66.519 mülteci ve göçmenin listesini gördüm. Gözlerimizin önünde, birçok kasıtlı uygulama, sınırların sertleşmesi ve bu uluslararası sularda, - Madleen Flotilla gemisi de aklımızda tutalım ve unutmayalım- Avrupa medeniyetinin insan haklarını ve insan onurunu çiğnediğini görüyoruz ve bu sadece Avrupa'da değil, dünyanın birçok yerinde de böyle. Örneğin, daha iki gün önce İngiltere'de aşırı sağcı göçmenlere karşı bir eylem düzenlendi. Tekrar altını çizmek istiyorum: Göçmenlere KARŞI.
Bu protesto, ülkedeki en büyük aşırı sağcı protesto olarak kabul edilen ve yaklaşık 110.000 kişinin katıldığı bir eylemdi. Bu akıl almaz bir şey. Sizce bu ne anlama geliyor? Hannah Arendt'in dediği gibi, kötülüğün yayıldığı böylesi zamanlarda, en temel şey insan olarak “düşünme yoksunluğu” haline mi gelmiş). Sizce insanlık en temel düşünme yetisini mi kaybetmiş?