Barışa Bir Şans’ta Burcu Karakaş, PKK’nin geri çekilme kararını, AİHM’nin Selahattin Demirtaş kararını ve siyasetteki yeni açıklamalar ışığında barış sürecindeki son gelişmeleri değerlendiriyor.
Ömer Madra: Günaydın Burcu, merhabalar.
Özdeş Özbay: Günaydınlar.
Burcu Karakaş: Günaydın.
Ö.M.: Barış cephesinde neler oluyor?
B.K.: Barış cephesinde gündem çok yoğun ve nereden başlayayım diye bakıyorum. Öncelikle komisyonda neler olduğunu kısaca toparlayabilirim diye düşünüyorum.
30 Ekim'de komisyonda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Adalet Bakanı Yılmaz Tunç dinlenmişti. Konunun hassasiyeti sebebiyle Numan Kurtulmuş, bu toplantının basına kapalı yapılmasını önermişti. Buna karşı çıkan milletvekilleri oldu fakat en nihayetinde Tunç'un ve Fidan'ın dinlendiği bu toplantı basına açık bir şekilde gerçekleşmedi ve kendileri sunum yaptılar birer birer. Daha önce de hatırlayanlar olur yine komisyonun bir toplantısı basına açık olmamıştı ve o zaman da bu bir tartışma yaratmıştı. Ancak bu sefer böyle bir tartışma olmadı diyebiliriz.
Bugün ve yarın da yani 5 Kasım 6 Kasım'da da komisyon 11'de toplanacak ve artık komisyonun dinleme faslı bitmiş olacak, onu söyleyebiliriz. Bugüne kadar insan hakları savunucularından, hukukçulardan, STK'lardan birçok kişi gelip gitti. Artık bu süreç bitti ve bir rapor sürecine olacak bundan sonra. Aslında yarınki toplantıda raporun yazım sürecine dair planlamaların yapılması bekleniyor.
Geçen hafta yayınımız yoktu haliyle ve o yüzden PKK'nin geri çekilme kararını da konuşma imkanımız olmadı. Onu da biraz anlatıp sonra tabi Özgür Özel'in özrü ve T24'te Selahattin Demirtaş'ın kaleme aldığı yazılara geleceğiz.
PKK geri çekilme kararı aldı ve bu aslında görüşmelerdeki tıkanmayı açmaya yönelik bir karar olarak ifade edildi, bu şekilde değerlendirildi diyebiliriz. Yapılan açıklamada, Türkiye sınırları içindeki çatışma riski oluşturan ve olası provokasyonlara açık olan Türkiye'deki tüm güçlerini geri çekme işlemi olacağını ifade ettiler. PKK, Medya Savunma Alanları’na çekilecek. Medya Savunma Alanları ne demek? İran’ın kuzeyinde, Kandil'i de içine alan örgütünün aktif olduğu bölge demek bu. Met kelimesinden geliyormuş Medya Savunma Alanları çünkü medya deyince bambaşka bir şey geliyor insanın aklına.
Ö.M.: Bunu söyleyince şu geliyor aklıma; 30-40 yıllık bir savaştan bahsediyoruz değil mi? Bu kadar zamandır aslında basının da hala bence - öncelikle bize söylüyorum - Medya Savunma Alanı neydi demesi , nereye çekildi gibi konuşmalar yapması aslında konuya dair gerçekten hem cehalet, hem de öğrenilmiş çaresizlik gibi böyle bir durumu da ortaya koyuyor. Bunu da arada söylemek istedim.
B.K.: Evet, gerçekten. PKK'nin geri çekilme kararını aldığında Adalet Bakanı Yılmaz Tunç bir açıklama yaptı, “Komisyonun ortaya koyacağı tespitler ve alacağı kararlar bundan sonra güçlü bir yol haritası oluşturacak,” dedi. Önemli bir açıklamaydı bu ve sonrasında DEM Parti'nin Eş Başkanları tarafından da ertesi gün yani 27 Ekim'de bir açıklama yapıldı. Onlar da, “Daha fazla inisiyatif alınabilmesi için yollar açılmalıdır. Özgür çalışma, iletişim ve yaşam koşulları oluşturulmalıdır,” dedi. Yani Öcalan’ın çalışma tarzı için bunu söylüyorlar.
Burada aslında herkesin dikkat çektiği bir provokasyon riski var, belki onu da söyleyebiliriz. KCK Yürütme Kurulu Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık da gene bu geri çekilme kararının ardından ANF'ye bir açıklama yaptı ve o da gene aslında “Provokasyonlar fırsat bulmasın diye sorumluluk aldık,” dedi. Yani devamlı bunun bir altı çiziliyor. O çekilme kararı da aslında bu minvalde ele alınabilir. Bayık, silahlı mücadelenin kendileri açısından bir araç olduğunu, Kürt halkının 50 yıllık mücadelesiyle yarattığı birikim sayesinde demokratik siyaset yapma imkanının oluştuğunu ve bu yüzden de silahlı mücadelenin anlamsız hale geldiğini aslında bir kere daha ifade etti. Zaten bütün bu süreç başladığından beri bu tarz açıklamalar da bulunulduğunu söyleyebiliriz.
Öcalan'ın 27 Şubat'taki çağrısıyla başlayan sürecin ikinci aşamasına geçildiği yönünde hem Cemil Bayık bunu söyledi, hem de aslında devlet tarafından da ikinci bir aşamaya geçildiği yönünde açıklamalar yapıldı. Tabi ikinci aşama için artık herkesten somut adımlar yani demokratik entegrasyon ve özgürlük yasaları diye ifade edilen somut adımlar atılması bekleniyor. Şunu da söyleyerek bu kısmını da kapatabiliriz; Cemil Bayık da, “Biz üzerimize düşeni yaptık, şimdi adım atma sırası devlette,” dedi. Yani aslında PKK'nin bu geri çekilme kararıyla artık biz yapacağımızı yaptık, bundan sonra devlet artık hangi adım atacaksa onu bekliyoruz şeklinde bir okuma olabilir.
Ö.Ö.: Bu geri çekilme için 2 bin kadar militanın YPG'ye katıldığı söyleniyor. YPG ise şimdi Suriye'deki gelişmeler üzerine resmi Suriye ordusuna katılmayı düşünüyorlar. Buna da dün gerçi Devlet Bahçeli itiraz etmişti, “Böyle olmasını istemiyoruz,” dedi. Bir gerginlik olacağı oradan belli ama benim aklıma şu geldi; 2023 yılında Süleyman Soylu bir açıklama yapmıştı, “Dağlarda 86 tane terörist kaldı” diye söylüyordu.
Ö.M.: 2 bin kadar gerilla YPG'ye katılmış diye açıklandı. Gerçek sayılar mı bilmiyoruz ama 86 kişi için herhalde bu süreç yürümüyor olsa gerek.
B.K.: Bir de tabi bu geri çekilme kararının bazı kesimler tarafından ki bence bu süreci sabote etmeye çalışanlar tarafından diyebiliriz, biraz küçümseyici bir şeyle de ele alındı ama neticede bu bir irade beyanının da böyle önemsizleştirilmesi de bence aslında çomak sokmaya çalışanların bir çabası diye görüyorum ben. Suriye zaten hep gündemde. Önümüzdeki günlerde Suriye lideri Ahmet Şar, ABD'ye bir ziyaret gerçekleştirecek - bu önemli. Onun haricinde tabii söylediğin gibi, Devlet Bahçeli başından beri ki sadece o değil aslında Hakan Fidan da Irak'ı yaptığı ziyaret sırasında, “Irak, Suriye ve İran'dan da güçlerini çekmelidir,” gibi bir açıklama yaptı.
Ö.M.: Pardon, sözünü kestim ama bir de Donald Trump ile görüşmeye gidiyor değil mi?
B.K.: Evet.
Ö.M.: Ve birkaç gün içinde olacak herhalde.
B.K.: Evet, o ziyaret de önemli. Gene aslında Suriye'ye endeksli demeyelim ama biraz da oradaki gelişmeler de aslında takip edilerek buradaki adımların atılacağı yönünde kulis bilgileri de bunu söylüyor.
Bu geri çekilme kararı sonrasında yapılan açıklamaların ardından Recep Tayyip Erdoğan, İmralı heyeti üyeleri Pervin Buldan ve Mithat Sancar'ı 30 Ekim Perşembe günü Beştepe'de kabul etti. Bu görüşme bir saat sürdü. Görüşmeye MİT Başkanı İbrahim Kalın da katıldı. Görüşmenin ardından DEM Parti'den bir açıklama yapıldı ve “Sürecin daha hızlı ve sağlıklı ilerlemesini sağlayacak adımların atılması konusunda karşılıklı anlayış ve fikir birliği içinde olunduğunu memnuniyetle belirtmek isteriz,” denildi. Sonrasında tabii Erdoğan'dan da aslında 1 Kasım günü bir açıklama geldi ve İmralı heyetiyle yaptığı bu görüşmenin son derece verimli ve umut verici olduğunu söyledi, “İnşallah bu görüşmenin yansımalarını önümüzdeki günlerde göreceğiz,” diye de ekledi.
Recep Tayyip Erdoğan, daha öncesinde İmralı heyetini Nisan ve Temmuz aylarında kabul etmişti, onu da söyleyelim yani üçüncü kez aslında Erdoğan ve DEM Parti'nin İmralı heyeti bir araya geldi. Bu İmralı görüşme sonrasında İmralı'ya bir ziyaret gerçekleşti ve bu ziyaret sonrasında gene bir açıklama yapıldı. Aslında bütün bu yapılan açıklamaların artık sürecin hukuksal bir temele oluşması gerektiği ifade ediliyor. “Varılan eşikte entegrasyon imkanının doğduğu pozitif aşamaya geçebilmek için bu süreçte herkesin hassasiyet, ciddiyet ve sorumluluk bilinciyle hareket etmesi hayati önemli,” dendi DEM Parti'nin İmralı ziyareti sonrası yaptığı açıklamada.
Sizin de soracağınız sorulardan biri olacak bu; peki, komisyon İmralı'ya hiç gidecek mi?
Ö.M.: Çok konuşulan soru da bu.
B.K.: Evet bununla ilgili tabii şöyle önemli bir gelişme oldu; Devlet Bahçeli bununla ilgili bir açıklama yaptı ve dedi ki, “Komisyondan seçilecek milletvekillerinin İmralı'ya giderek ilk ağızdan ve ilk elden ihtiyaç duyulan mesajları alması süreci çok daha güçlendirecektir”. Bahçeli bunu dedi ve bir de üzerine de şunu ekledi, “MHP böylesi bir heyette olmaya hazırdır”. Bahçeli'nin tabi bu açıklaması çok önemliydi.
BBC Türkçe'nin haberine göre, komisyonun İmralı'ya gidip gitmeyeceği konusu bu hafta netleşecek, böyle bir kulis haberi var. Yarın yani 6 Kasım Perşembe günü komisyon başkanı Numan Kurtulmuş'un başkanlığında bir değerlendirme toplantısı yapılacak ve İmralı'ya bir heyetin gidip gitmeyeceğinin gündeme geleceği ifade ediliyor, iddia ediliyor. DEM Parti kaynaklarına göre, siyasi partiler arasında uzlaşma sağlanması halinde komisyon heyeti hafta bitmeden yani bu hafta bitmeden diyelim ki Pazar günü diye örnek vermişler, İmralı'ya gidebilir. Yani haftalarda beklediğimiz sorunun cevabı aslında bu hafta netlik kazanacak diyebiliriz.
İki önemli mesele vardı; birisi, komisyonun İmralı'ya gidip Öcalan'la görüşmesi. İkincisi ise yasal düzenlemeler. Kamuoyundaki bu soru işareti de aslında biraz buradan kaynaklanıyordu yani daha önce çözüm süreci çok daha kamuoyun açık olmasına rağmen - bir öncekini kastediyorum - bu kadar hızlı ilerlemiyordu her şey ancak bu sefer çok hızlı ilerliyor. Devlet Bahçeli’nin yani en sağdaki figürün böyle açıklamalar yapıyor olması devletin içerisinde ve Ahmet Türk’ün de buna gönderme yapması son derece önemli. Recep Tayyip Erdoğan devletin bütün kanatlarını bu meselede bu sefer elinde tutabiliyor. Daha önce böyle değildi çok fazla yani karşı çıkan gruplar vardı devlet içerisinde. Hatta kendisi sonrasında, ‘Sabote edildik’ dedi ancak şimdi böyle gitmiyor diye olumlu bir şey söylemişti.
Ö.Ö.: Kamuoyundaki soru işaretleri ise bir yandan tabii CHP'ye yönelik baskılar, belediyelere yönelik baskılar ve somut olarak bir demokratikleşme konusunda adım atılmaması. Belki komisyonun hazırlayacağı yasa önerileriyle biraz bu mesele de rahatlatılabilir deniyor.
B.K.: Evet, aslında kamuoyunda beklenen dediğin gibi, somut adım atılması. Somut adım dediğimiz zaman ne oluyor? En azından bütün bu komisyonun aslında kurulma amacı açısından da bakıldığı zaman yasal düzenleme olmalı. Böyle hızlı ve hızlanan bir süreç görüyoruz. Devlet Bahçeli'nin yaptığı açıklamalar çok olumlu, öte yandan artık komisyondaki o dinleme süreci sona erdi ve bundan sonra da bir rapor hazırlanacak, hızlı hızlı adımlar atılacak. Bir yandan da aslında Türkiye'nin bir gözü bir kulağı da Suriye'de diye anlıyoruz.
Uzun zamandır aslında sesi soluğu çıkmayan ve aktif siyasetten çekildiğini söyleyen HDP'nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş T24'te bir yazı kaleme aldı, şimdi ona gelelim. Yazıyı okumuşsunuzdur diye düşünüyorum. AİHM kararına geleceğiz ama öncesinde Selahattin Bey tabii ki çok tecrübeli de bir siyasetçi olduğu için o yazıyı yazdığı zaman eleştiriler geleceğini tahmin etmemiş olma olasılığı tabii ki sıfır çünkü çok fazla eleştiri geldi yani en azından siz de takip ettiyseniz bilmiyorum sosyal medyadan ya da ekrana çıkıp konuşan insanlardan da eleştiriler geldi.
Selahattin Demirtaş, yazısının aslında özünde şunu söylüyor; sürecin toplumsallaşması gerektiği. Aslında sürece tabii ki değil ama sürecin ilerleyiş tarzına itiraz denilebilecek de bir yazı. Uzun bir sessizliğin ardından da kaleme alması açısından tam da böyle bir dönemde, tam da Özdeş’in söylediği gibi süreç hızlandı, ilerliyor derken muhtemelen Demirtaş o tıkanıklığı aşmak için de böyle bir yazı kaleme aldı. Peki, ne dedi Demirtaş bu yazısında ve neden eleştirildi?
Selahattin Demirtaş, şunları söylüyor; Meclis komisyonu aylarca dinleme adı altında top çevirmek yerine bir kere - bu zaten önemli bir eleştiri - şunları yapsaydı çok daha etkili olmaz mıydı deyip bir takım etkinlikler sıraladı. Liderler ve komisyon üyeleri Adnan Menderes'in, Alparslan Türkeş'in, Orhan Doğan'ın, Mehmet Sincar'ın mezarlarına gidip, onların mezarlarını ziyaret edip oradan Anıtkabir'e gitmesi ya da Milli Eğitim Bakanlığı'nın Kürtçe-Türkçe ve Türkçe-Kürtçe sözlük basması ve bunu tüm öğrencilere ücretsiz dağıtması ya da Bursa'daki Ulu Cami ile Diyarbakır'daki Ulu Cami'den aynı anda Türkçe ve Kürtçe kardeşlik hutbesi okunması ya da bir otobüs Edirne'den, bir otobüs de mesela Hakkari'den çıksaydı yola Anıtkabir'de buluşsaydı Türkçe ve Kürtçe bir kardeşlik bildirisi okusalardı gibi bu tarz önerilerde bulundu Demirtaş. Sonrasında da bence şöyle önemli bir cümle ediyor; bugün CHP'yi konuşuyoruz ya da onlara yönelik baskıları konuşuyoruz ki Kürt ve Türk kardeşliği pekiştirilmeden üstüne Türk-Türk ayrışması eklendi. Demirtaş'ın bu yazısından takip ettiğim kadarıyla Anıtkabir vurgusu bir kere eleştirildi, onu diyebiliriz; Alparslan Türkeş'in mezarının telaffuz edilmesi eleştirildi. Aslında kardeşlik hukukunu, kardeşlik vurgusunu ön plana çıkaran bu yazıda bu kısımlar açısından eleştirildi ve Demirtaş’ın bunun üzerine ikinci bir yazı demeyelim ama Edirne Cezaevi'nden gönderdiği bir el yazısı ve bir notu oldu. Bütün bu eleştirileri bir şekilde avukatları aracılığıyla tabii ki kendisine iletiliyor haliyle, kendisinin takip etme imkanı oluyor. Bunun üzerine bir kar makinesi benzetmesi yaptı ve dedi ki, “Bilirsiniz bazen kar yolları kapatır, araçlar kalır yollarda, ondan sonra kar küreme makinesi gelir, yolu açar ve ilerlersiniz yani sizin aracınızın giremeyeceği yollara kar makinesi girer, risk alır, öncülük yapar, yolu açar ve kenara çekilir” dedi. Yani aslında bir kar makinesinin görevi budur diyerek de işlevselliği olması açısından böyle bir yazı kaleme aldığını söyledi.
Ö.Ö.: Kendisini bu kar makinesi olarak gördü biraz diyelim.
B.K.: Evet yani aslında PKK'nin geri çekilme kararı nasıl süreçteki tıkanıklığı aşmak için bir adım ise Selahattin Bey de bu tarz önerilerle sürecin toplumsallaşmadığını gördüğü için buna bir itiraz olarak bir bu tarz etkinliklerle o kardeşlik vurgusunu ön plana çıkarmak istedi. Size bırakayım sözü ve sonra AİHM kararını anlatmak gerekiyor.
Ö.M.: Evet, Murat Sabancı da T24'teki ‘Demirtaş hapiste onuncu yılına girerken, barış kime ‘kâr’ kime zarar ettirir?’ başlıklı yazısında bu konuya değinmişti aynı şekilde sizin de söylediğiniz gibi, “Demirtaş'ın artık devlete değil, halkların ruhuna konuşmakta olduğunu, barışın da sadece siyasi elitlerin diyaloglarıyla değil, halkla başlayacağı ve süreceği tezi onun yazısındaki en önemli noktalardan, merkezlerden biri” diye bir değerlendirme yapmışlar, epey ayrıntılı. “Selahattin Demirtaş, lider vasfı olan bir isim. Özgürlüğünü kaybettiği günden beri bir kez bile kendisi için bir talebi olmadı. Yazdıkları, dışarıya yolladıkları hep memleketin ezilmişleri ya da barış talebi içindi. Eşi Başak Demirtaş da demokrasi mücadelesinin bir parçası oldu. 468 haftadır Diyarbakır'dan Edirne'ye her hafta giden, dönen Demirtaş'ın hayat arkadaşı değil, aynı zamanda politik bir yoldaşı haline gelmiş bir isim Başak Demirtaş. Evlatları Delal ve Dılda da babaları götürüldüğünde çocuktular şimdi üniversite sıralarında genç evlatlar. Yani Selahattin Demirtaş bir politikacı ama aynı zamanda bir insan, koparıldığı hayata dair konuşmayıp toplumdaki milyonların, kendisinin ve ailesinin yaşadıklarını yaşamasın, bir arada yaşamanın zemini sağlam olsun diye çaba harcıyor” diyor Sabancı.
B.K.: Bende bir ekleme yapmak istedim izninizle; Demirtaş, hem Türkiye toplumu için önemli bir siyasi figür, hem de bu süreçte yapılan araştırmalarda ya da Türkiye'nin çeşitli illerinde sokağa çıkıldığı zaman insanlara sorulduğunda Demirtaş'ın tahliyesi de aslında ön plana çıktığını - tabii ki sadece onun değil, bütün siyasi tutsakların diyelim – belirtelim. Bununla da ilgili önemli bir gelişme oldu; AİHM, Türkiye'nin Demirtaş kararı hakkında yaptığı itirazı reddetti ve bu ihlal kararının kesinleşmesi öncesinde de tahliye için avukatlar başvurmuştu. Tahliyesinin önünde herhangi bir engel de yok, onu da söyleyelim ki bu avukatların söylediği bir durum. AİHM’nin Demirtaş kararının kesinleşmesinin ardından, tabi ardı ardına önemli açıklamalar geldi ki tabi sahnede kim var? Devlet Bahçeli.
Devlet Bahçeli’ye dün grup toplantısı sonrasında AİHM’nin kararını sordular ve Bahçeli “Hayırlara vesile olur inşallah tahliyesi,” dedi. Tabii biz dünün en önemli gelişmesinin bu olduğunu zannederken, Özgür Özel grup toplantısında bir açıklama yaptı. Hatırlarsınız, HDP'lilerin cezaevine girmesinin yolunu açan dokunulmazlık oylamasında – Kemal Kılıçdaroğlu o zaman genel başkandı - CHP ‘evet’ oyu verdiği için Özel, “Türkiye'ye bir özür borçluyuz” dedi. Ben bunun gerçekten inanılmaz bir açıklama olduğunu düşünüyorum.
Ö.M.: Biraz önce Özdeş'le de aynı şeyi telaffuz etme imkanı bulduk; bu gerçekten düğüm noktası oluşturabilecek bir açıklamaydı.
B.K.: Evet, gerçekten Türkiye siyasetindeki söylem, dil açısından da biz böyle şeylere alışkın değiliz. Düşünün ki mesela binlerce insan herhangi bir katliamda hayatını kaybediyor, yüzlerce insan öyle bir durumda ki onun tabii karşılığı özür değil ama sorumluluk yüklenmek ve o sorumluluğu almak Türkiye siyasetinin nüvelerinden bir şey olmadığı için bu kadar hassas, önemli bir durumda ve de özellikle sürecin böyle bir yerinde Özgür Özel'in partisi adına sorumluluk alması ve özür dilemesi gerçekten Bahçeli'nin herhalde tahliye açıklamasından daha önemli olduğunu düşünüyorum.
Bir de dün açıklama üzerine açıklama yapıldı ve hepsi birbirinden önemliydi. MHP'li Fethi Yıldız, AİHM kararı üzerine tahliye kararı verilmesi gerektiğini söyledi ama aynı zamanda da “Türkiye'nin AİHM’ne aykırı hareket etmesi kabul edilemez,” diye de bir ekleme yaptı. Dünkü açıklamaları üst üste koyduğunuzda bir anda siyasetin ibresini değiştirecek şekilde. Tabii ki bunların uygulamasını göreceğiz haliyle, o ayrı bir şey ama mesela MHP'li bir ismin ve ağırlığı da olan bir ismin, “Türkiye'nin AİHM’e aykırı hareket etmesi kabul edilemez” ifadesi de çok önemli. Bu öbür gün nasıl yansır, dediğim gibi onu göreceğiz ama tek başına baktığın zaman önemli bir açıklama oldu.
Son olarak şunu söyleyip şöyle toparlayabilirim; Selahattin Demirtaş'la ilgili kararın kesinleşmesinin ardından Demirtaş'ın avukatları bir kez daha dün tahliye başvurusunda bulundular ve o başvurunun da nasıl sonuçlanacağını yani Demirtaş'ın Edirne cezaevinden, dokuz yılı aşkın süredir bulunduğu Edirne'den tahliye edilmesini de herhalde çok da uzak olmayan bir zaman diliminde göreceğiz. Bütün bunları üst üste koyduğumuz zaman tahliye kararının, tahliye başvurusunun olumlu bir şekilde sonuçlanabileceğini söyleyebiliriz ama tabii ki de burası ne yazık ki Türkiye diye de ekleyelim.
Ö.M.: Evet, aynen öyle. Ben de bir kez daha Murat Sabuncu'nun yazısına dönecek olursam, yazının tam sonunda şöyle diyor, “’Barışın, birlikte yaşamın sadece iktidara bırakılamayacak kadar önemli olduğunu söylüyor’ diyor Selahattin Demirtaş. ‘Tüm toplumun ortak iradesiyle barıştan demokrasiye, hukuka gidilebileceğini’ söylüyor. Mümkün mü? Tüm kar hesaplarını bir kenara bırakıp düşünmeliyiz” cümlesiyle de bitiriyor yazısını Sabuncu. Bunun da altını bir kez daha çizmek istedim ben de.
B.K.: Benden bugünlük bu kadar.
Ö.Ö.: Daha ne olsun zaten.
Ö.M.: Daha ne olsun hakikaten. Çok yoğun bir gündemi birlikte götürmeye çalışıyoruz. Çok teşekkür ederiz Burcu.
B.K.: Ben teşekkür ederim. Umarım haftaya daha da iç açıcı haberlerle bir arada oluruz diyerek size iyi yayınlar diliyorum. Ben teşekkür ediyorum.
Ö.M.: Görüşmek üzere.
B.K.: Görüşmek üzere. Hoşçakalın.


