Barışa Bir Şans’ta Burcu Karakaş, Suriye’de SDG entegrasyonu, IŞİD’in yeniden gündeme gelişi ve Türkiye’nin güvenlik politikalarının barış sürecine etkilerini değerlendiriyor.
Ömer Madra: Günaydın Burcu, merhabalar.
Burcu Karakaş: Merhabalar, günaydın.
Özdeş Özbay: Günaydın.
Ö.M.: Evet, bugün gündemimiz nasıl?
B.K.: Gündemimiz yine her zamanki gibi çok yoğun ve yine nereden başlasam diye bakıyorum. Bir de sesim için özür diliyorum, birazcık kısık çıkıyor ama duyuluyor sanırım.
Ö.M.: Geçmiş olsun, duyuluyor.
B.K.: Aslında Suriye ile başlayabiliriz ki geçtiğimiz hafta da konuşmuştuk hatırlarsanız. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir hareketliliği olmuştu; konvoy görüntüleri basına yansımıştı. Suriye tarafında bir hareketlilik olmuştu ve bununla ilgili üst üste açıklamalar geldi. Hem TSK tarafından da olağanüstü bir durum yok denildi. Olağanüstü bir durum olmadığına yönelik üst üste resmi açıklamalar geldiğini söyleyebiliriz.
Ama tabii bu görüntülerin bir amacı olduğu da ifade ediliyor. 10 Mart mutabakatını hatırlatalım; bu mutabakatın hayata geçmesi için hâlâ adımlar atılması bekleniyor. SDG’nin Suriye ordusuna entegrasyonu ve bu entegrasyonun belki hızlanması için bir hamle olarak da okunduğunu söyleyebiliriz ama bir yandan görüşmelerin tıkandığı yönünde yorumlar da yapılıyor.
Türkiye, Rojava’daki yapıların korunmadan entegrasyonun hayata geçmesini istiyor. Bununla ilgili Türkiye tarafında nasıl açıklamalar oldu, onlara bakalım: Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün 16. Büyükelçiler Konferansı’nda konuştu ve 8 Aralık 2024’te Esad’ın devrilmesiyle Suriye’nin önünde tarihi bir fırsat kapısının aralandığını söyledi. Ahmet Şara'nın liderliğinde Suriye’nin uluslararası topluma yeniden entegrasyon yolunda kısa sürede ciddi mesafe aldığına işaret etti ve, “Anlaşmanın uygulanması için gerekli telkinlerde bulunuyoruz” dedi. Suriye’nin parçalanmasından, milli birlik ve bütünlüğünün zafiyete uğramasından kimin çıkar sağlayacağının açık olduğunu söyledi. Suriye’yi oluşturan tüm kesimlerin yarınlara güvenle bakabilmesi için ortak bir gelecek tasavvurunun mümkün olduğunu ifade etti.

Şimdi Suriye bir yandan da kaynıyor. 13 Aralık’ta Palmyra’da bir saldırı düzenlendi. ABD, saldırıda iki asker ve bir sivil tercümanın hayatını kaybettiğini açıkladı. Ayrıca üç Amerikan askeri ve iki Suriye askeri de yaralandı.
Suriye İçişleri Bakanlığı saldırının, aşırı İslamcı fikirleri nedeniyle görevine son verilmesi planlanan bir güvenlik mensubu tarafından gerçekleştirildiğini söyledi. Pentagon yetkilileri ise saldırının büyük ihtimalle IŞİD tarafından yapıldığını ifade etti. Bildiğimiz kadarıyla IŞİD saldırıyı henüz üstlenmedi.
Palmyra’dan bahsediyoruz. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan bir kent. Mayıs 2015’te IŞİD’in kontrolüne geçmişti ve yaklaşık bir yıl boyunca da IŞİD’in elinde kalmıştı. Bu süreçte neredeyse tamamen yerle bir edildi. Bu nedenle sembolik önemi çok büyük.
Ö.M.: Görmeyenler için artık bir daha görülemeyecek bir yerden söz ediyoruz.
B.K.: Evet, tam da bu nedenle UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi'ndeydi. ABD askerlerine yönelik saldırının, vakti zamanında IŞİD’in elinde olup yerle bir edilen bu şehirde gerçekleşmiş olması bu yüzden önemli.
Buradan Hakan Fidan’ın açıklamalarına geçelim. Suriye deyince son dönemde Hakan Fidan’ın çok sayıda ve oldukça sert açıklama yaptığını görüyoruz. Fidan, “IŞİD bahanesiyle sürecin uzatılmaması gerektiğini” söyledi. SDG’nin, IŞİD gerekçesiyle Suriye ordusuna entegrasyon sürecini uzatmaması gerektiğini vurguladı.
“IŞİD herkesin kullandığı bir aparat ama Suriye’deki yeni düzen buna müsaade etmez” dedi. Bunun sadece Suriye’nin değil, Türkiye’nin de güvenliğiyle ilgili olduğunu söyledi. “Hiçbir ülkede iki silahlı yapı uluslararası olamaz” ifadesini kullandı.
Ö.M.: Mazlum Abdi’nin açıklamaları da vardı.
B.K.: Evet. Mazlum Abdi, Haseke’de yaptığı konuşmada 10 Mart mutabakatına sahip çıktıklarını söyledi. Bu anlaşmanın yeni Suriye’nin temelini oluşturacağını ifade etti. Uluslararası ve bölgesel toplumun da anlaşmanın arkasında olduğunu belirtti. Ancak pek çok sorun olduğunu ve bu sorunların çözülmesi gerektiğini de vurguladı. Yılbaşına kadar önemli adımlar atılabileceğine dair beklentisini dile getirdi.
Bu bölümü Hamit Bozarslan’ın İlke TV’de yayımlanan söyleşisinden bir alıntıyla kapatmak istiyorum. Bozarslan, Kürt toplumunun zenginliğinin tek renkli olmamasından, çok renkli olmasından geldiğini söylüyor. Bu durumun Irak, Suriye, Türkiye ve İran için de geçerli olduğunu ifade ediyor. Rojava’daki sürecin PKK’den ayrı düşünülemeyeceğini ama PKK’ye de indirgenemeyeceğini, arada diyalektik bir ilişki olduğunu vurguluyor.
Ö.Ö.: Ben bu konuda bir gelişmeden bahsedeyim. Tam da senin söylediğin gibi; SDG, Suriye Demokratik Güçleri Genel Komutanı Mazlum Abdi yılbaşına kadar bir müjde vereceklerini söylemişti ama eş zamanlı olarak bianet’te dün önemli bir haber çıktı. Sözcü gazetesinde de güvenlik kaynaklarına dayandırılan, tehditvari bir haberden söz ediliyor.
Güvenlik kaynakları, “15 gün kaldı, 80 bin kişilik Türk Silahlı Kuvvetleri ordusu operasyonun düğmesine basacak” diyor. Yani Türkiye’de yılbaşına kadar harekete geçme vurgusu varken, Demokratik Suriye Meclisi’nden — yani Suriye Demokratik Güçleri’nin siyasi kanadından — eş başkan Hasan Muhammed Ali bir açıklama yaptı. Bu açıklamada önemli gelişmeler olduğu belirtiliyor. Daha önce Suriye hükümeti, SDG mensuplarının bireysel olarak orduya katılmasını talep ediyordu ancak şimdi, SDG’nin elindeki yazılı öneride Şam yönetiminin SDG bünyesindeki üç birliğin varlığına razı olduğu ifade ediliyor. Yani SDG’nin birlikler halinde Suriye ordusu bünyesinde varlık göstermesi kabul edilmiş görünüyor. Bu da zaten 10 Mart mutabakatının önemli başlıklarından biriydi.

Bir de IŞİD’le ilgili olarak bu bölgenin dışında bir gelişme var. Avustralya’daki büyük katliam olayından sonra Avustralya Başbakanı Anthony Albanese, “Elimizdeki kanıtlar bu saldırının IŞİD tarafından yapıldığını gösteriyor” dedi. Araç üzerinde IŞİD bayraklarının bulunduğu açıklandı. Albanese, İslam’ın radikal biçimde eğilip bükülmesinin büyük bir sorun olduğunu da vurguladı. IŞİD deyince, dünyanın öbür ucundaki bu olayı da anmak istedim.
B.K.: Evet, çok iyi yaptın. Önümüzdeki süreçte IŞİD’i daha fazla konuşmak zorunda kalacağız gibi görünüyor.
Ö.M.: Umarım böyle olmaz ama evet.
B.K.: Bu arada Türkiye’yi geçmeden önce, hafta sonu Fransa Senatosu’nda Paris Kürt Enstitüsü tarafından bir konferans düzenlendiğini de söyleyelim. Meral Danış Beştaş da sosyal medyada bunu paylaştı ve DEM Parti olarak orada görüşlerini aktardıklarını söyledi. Fransa’da böyle bir konferansın yapılması da önemliydi.
Buradan Türkiye içine gelmek istiyorum ve sürecin ortasına adeta bomba gibi düşen “Yeşil” meselesine geçelim. Sözcü gazetesinde Saygı Öztürk bir yazı yazdı. Mahmut Yıldırım, yani 90’lı yıllardan “Yeşil” kod adıyla bildiğimiz, faili meçhullerle anılan kişinin akıbetinin hâlâ bilinmediğini hatırlatalım.
Saygı Öztürk, kendisini Yeşil olarak tanıtan birinin kendisini aradığını ve Suriye’de olduğunu söylediğini yazdı. Ama yazıda da “gerçekten o muydu, yoksa adını kullanan biri miydi bilemem” diyor.
Şimdi yılların gazetecisinin, teyit edilmediğini açıkça söylediği bir bilgiyi bu şekilde yazması gazetecilik etiği açısından çok sorunlu. Kaldı ki Sözcü gazetesinin sürece başından beri mesafeli bir tutum sergilediğini de biliyoruz. Bu yazının tam da bu noktada çıkması tesadüf değil.
İçişleri Bakanlığı daha sonra açıklama yaptı ve aramayı yapan kişinin bir hükümlü olduğunu, adam öldürme, kasten yaralama ve mala zarar verme suçlarından kaydı bulunduğunu açıkladı yani arayan kişinin Yeşil olmadığı resmen doğrulandı.
Ben Pazartesi günü Cizre’deydim. Tahir Elçi üzerine bir söyleşiden sonra gençlerden biri yanıma geldi ve “Bu yazı neden şimdi çıktı?” diye sordu. İstanbul’dan bakınca tam hissedilmeyebilir ama bu tür yazıların hafıza açısından kasıtsız olduğunu düşünmek saflık olur. Bu kısmı böyle kapatmak istiyorum.
Ö.M.: Teşekkürler.
B.K.: Bu bir tehdit gibiydi aslında. Hafızayı zorlayan bir şeydi.

Şimdi Meclis'te kurulan komisyona gelelim. Komisyon, 5 Ağustos’ta ilk toplantısını yapmıştı. Dinleme süreci sona erdi ve rapor yazım aşamasına geçildi. DEM Parti, MHP, TİP ve EMEP raporlarını sundu. CHP ve AKP henüz sunmadı ama bu hafta içinde sunmaları bekleniyor.
Raporlar ortaklaştırılacak ve nihai rapor hazırlanacak. Ardından bu öneriler yasa teklifine dönüşecek. DEM Parti’nin raporunda ana dilde eğitimden yerel yönetimlerin güçlendirilmesine kadar birçok başlık var. Kürt meselesinin bir güvenlik değil, hukuk ve demokrasi sorunu olduğu vurgulanıyor.
DEM Parti, silah bırakanların herhangi bir kategoriye ayrılmadan aynı yasaya tabi olması gerektiğini söylüyor. Suç işleyen–işlemeyen gibi ayrımların yapılmamasını savunuyor.
MHP ise üç aşamalı bir süreç öneriyor: silah bırakma, adli süreç ve rehabilitasyon. Suça karışanların fiillerinden yargılanması, ceza indirimlerinin ise kamu vicdanını zedelemeyecek şekilde yapılması gerektiğini savunuyor.
AKP’nin de MHP’ye benzer bir çizgide olduğu kulislere yansıyor. CHP ise sürece özel bir yasa yerine bir demokratikleşme paketi önermeyi planlıyor.
Bu hafta DEM Parti heyeti Devlet Bahçeli ile görüştü. Pervin Buldan, sürecin ikinci aşamasına geçildiğini ve bunun için yasal zemin gerektiğini söyledi. Bahçeli de “Her cümlesine imzamı atıyorum” dedi.
Cumartesi günü DEM Parti İmralı heyeti AKP Grup Başkanı Abdullah Güler ile görüşecek. Ardından Adalet Bakanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’la temaslar sürecek. Süreç biraz yavaşladı; bunun temel nedenlerinden biri de Suriye’deki gelişmeler gibi görünüyor.
Ö.M.: Yeşil meselesiyle ilgili söylediğin hafıza vurgusu bana Muallim Naci’nin “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” sözünü hatırlattı.
B.K.: Evet, ama bunu kabul edemeyiz. Provokasyonlar ve sabotajlar olabileceğini de en başından beri söylüyorduk. Bu olay da biraz öyle okunabilir.
Ö.M.: Ben de öyle düşünüyorum. Çok teşekkür ederiz Burcu.
B.K.: Ben teşekkür ederim.
Ö.Ö.: Görüşmek üzere.
B.K.: İyi yayınlar, kolay gelsin.


